Merhaba
Hep yazdım ben, herşeyi yazdım, kimi zaman küçük not kağıtlarına, kimi zaman defterlerimin arka sayfalarına, kimi zaman telefonumdaki not defterime, bazense sadece kafama...
Birikti kelimelerim, paylaşmak istediklerim, birilerine anlatsam acaba dinlerler mi beni diye merak ettim.
Evet, başladım ve devam edeceğim. Kimse okumasa da ben yazacağım, hayalimin peşini bırakmayacağım.
Ama tesadüf eseri geldiyseniz, hele bir de beni tanımıyorsanız mutlaka bir ses verin, orada birilerinin olduğunu bilmek, okunduğumu hissetmek çok keyifli olur...
BBO
Birikti kelimelerim, paylaşmak istediklerim, birilerine anlatsam acaba dinlerler mi beni diye merak ettim.
Evet, başladım ve devam edeceğim. Kimse okumasa da ben yazacağım, hayalimin peşini bırakmayacağım.
Ama tesadüf eseri geldiyseniz, hele bir de beni tanımıyorsanız mutlaka bir ses verin, orada birilerinin olduğunu bilmek, okunduğumu hissetmek çok keyifli olur...
BBO
Ey Uğur, unutmadık Sizi!
1990 yılı, Ocak ayı. İlk defa tanıştım, ölümün çaresizliği ile. 12 yaşımda. O yaşta bile her durumun B planları olurdu kafamda, böyle olursa, böyle yaparım, olmazsa şöyle yaparım gibi. Hep güvende ve rahat hissderdim kendimi. Bilirdim ki akıl ile çözemeyeceğim sorun yoktu. Hiç düşünmemiştim ölümü, düşlememiştim sevdiklerimin yok olabileceğini ve benim elimden hiçbirşey gelmeyeceğini.
Bir acı telefon, bir kötü haber, bir uzun yol hiç bitmeyen, bilmek ama kabul edememek, son bir umut içinde beklemek, sonra ağlamalar, büyük bir boşluk, önce hissizlik, sonra korkunç bir acı, sonra yavaş yavaş uçsuz bucaksız bir dinginlik. Ve ebedi bir eksiklik.
12 yaşındaydım, ben dayımı, annem birtanecik kardeşini, dedemler biricik oğullarını ve kuzenlerim küçücük yaşta babalarını kaybettiğinde. Gencecik, hiç ölmeyecek gibi yüzü gülen, umut dolu, hayal dolu, sevgi doluyken, bir kara kamyon oldu sebebi. Önce isyan ettik, sonra yavaş yavaş kabul ettik. Çok ağladık. İnanç koştu yardımımıza, Allah'ın işine karışılmaz dediler, inandık.
90 yılı Mayıs ayı, okuldan eve geldim.
Gözlerimin önünde yerde cansız yatan dedemin bedeninde sıktı elimi ölüm. Tam tanışamamıştık, gıyaben biliyorduk birbirimizi, "ben işte böyleyim, ansızın gelir, alır giderim" dedi. Dayanamadı canım dedemin hasta kalbi evlat acısına ve bir kriz, -daha çok erken ama- zamanlarında kopardı onu bizden. İsyan ettim, küfrettim, ağladım, sustum, sorguladım, cevapsız kaldım, ağladım, sustum.
Pür neşe, bir muhabbet, hep eğlence çocukluk yıllarım sona erdi 90 yılında, içime bir olgunluk geldi, bir daha hiçbirşey aynı olmadı benim için. Masumiyet, ölümün elleri ile kirlendi ya da gerçeklendi. Kuru kalabalıklar yordu beni ondan sonra, kaçıp gitmek ister oldu içim hep. Zamansız sıkılmalarım, yarıda bırakmalarım, uzaklara dalmalarım, bundandır...
93 yılı 24 Ocak. Tanışmıştım ölümle, zamanlısıyla, zamansızıyla, ama her zaman tarifsiz acısıyla. Peki ya kahpesi ile?! Ya kalleşi ile, onursuzu, arsızı, döneki, şerefsizi ile? Çapsızı, hadsizi, zavallası ile?
Göz göre göre bir canı kurban etmek, kendini bir davaya adamak, engel tanımamak, ajanda saklamamak, hesapsız, çıkarsız sadece sorgulamak, iyinin, doğrunun, dürüstün peşinden koşmak. Değerlerine sahip çıkmak, duruma göre değer oluşturmamak, değiştirmemek. Gözünü karatmak, bakmadan atlamak. Çoğu artık olmayan, olamayan, yabancılaşan sözler, gözler, hisler...
24 Ocak 1993
İşte O gün anladım ki, yetmiyor beyin. Çözemiyorsun ilahi adaleti, isyan etmek sana ziyan, inanç sadece kurtaran. Matematiği yok iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın. Film değil hayat, adalet yok her sonda.
İşte O gün, bir yanım üzgün kalacak hep anladım, her "Yiğidim Aslanım" dinlediğimde bağıra bağıra ağladım.
İşte O gün vazgeçtim Allah'a isyandan, O'na sığındım yine. Sadece hayatta kalabilmek için belki de. Yitirmemek için güveni, umut edebilmek için, inanabilmek için haklı çabaya, bir ideal uğruna savaşmaya. Herşeye rağmen ayakta kalmaya.
İşte O gün, iyiliğin yenileceğini öğrendim. Asıl vazgeçmenin, denemekten vazgeçmek olduğunu çözdüm. Asıldım. O gün bugün, itiraz ettim her haksızlığa, kabul etmedim, araç olmadım adaletsizliğe ve sorguladım korkusuzca, hep karşı çıktım. Çoğunluk olamadım.
İşte O gün, anladım ki hayat acıdır. Acı çekerek uğraşacağız hem anlamak, hem anlatmak için. Yalnız kalacağız. Belki de birazını zamana bırakacağız.
Ve O günden beri kaçmak geldiğinde içimden, tutarım kendimi. Hayatın güzelliklerine odaklanırım. Enerjimi çoğaltıp, yaymak için yollar ararım. Unutmayalım ama tahammül edebilelim diye. Acılara katlanalım, şükretmeyi unutmayalım ve savaşmaya, sorgulamaya, araştırmaya, karşı çıkmaya devam edelim diye.
Her sene 24 Ocak'da tarifsiz bir acı kaplar içimi, yalnız kalır ağlarım. İttirdiğim boğum, gelir düğümlenir tekrar, yüreğimi sıkar, nefesimi tıkar. Umutlarımı zorlar. İnancımı tartar. Son bir kuvvet zorlarım kendimi sonra, arsızlığa, soysuzluğa, yüzsüzlüğe, riyakarlığa, yalancılığa bırakmamak için düşlerimi, gün yarındır, gün yenidir, vazgeçmek olmaz yola devam. Asıl biz vazgeçersek gözler arkada, kanlar yerde, çabalar yersiz kalır.
Ey Uğur, unutmadık Sizi!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
aman ya.. dün akşam haberleri seyrederek ağladık.. şimdi de bu yazı. tam kalbimde çevirdin bıçağı.. tüm itilen boğumlar bir bir sıralandı.. fulya
YanıtlaSil