Alejandro González Iñárritu. Bu isim benim için çok şey ifade eder. En etkilendiğim 10 filmin ikisi (21 Gram ve Paramparça Aşklar ve Köpekler) bu "Gerçek" yönetmenindir. Bu ikisi kadar etkilenmiş olmasam da Babel de çok iyi bir filmdir. Iñárritu, filmleriyle insanın içine işler. Beyninin kıvrımlarına süzülür, aheste hücrelere üfler, rahatsız eder, sorgulatır, sirkeler.



Film Barcelona'da geçiyor. Javier Bardem, Uxbal adında karanlık işleri koordine eden bir karekteri canlandırıyor. Hem kötü adamları, hem ailelerini, hem polisleri büyük bir titizlik ile adil bir dengede tutma çabası veriyor. Bir yandan da kendi ailesine yetmeye çalışıyor. Problemli karısı, iki tane çocuğu ile yaşam savaşına devam ediyor. Vicdanlı, sorumluluk sahibi, çok yaşamış, çok görmüş bir adam. Bir de "hediye" yeteneği var doğuştan. Ölen insanlar ile "Araf" tayken iletişim kuruyor. Hani deriz biz "Gözün arkada kalmasın" diye, işte gözü arkada kalanların, bağları koparıp, eşiği atlamalarını sağlıyor. Ve ölüm erken yaşta bu sefer kendi kapısını çalıyor, tek korkusu ise, işlerini bitirip, gönül rahatlığı ile gidememek.
Bugüne kadar en güzel mimarilerin, medeniyetin, düzenin, güneşli ve neşeli günlerin şimgesi olan Barcelona, film başlar başlamaz karardı, kirlendi, çirkinleşti. O caddelerde yere sergi açan, tüm turstik yerlerin önünde üç kuruşa anahtarlık, gözlük, sahte çantalar satan Afrikalılar birden hikayesi olan insanlara dönüştü. Sadece akşam saatlerinde metroda belli belirsiz gözümüze çarpan küçük Çinli insanlar birden tüm görüş alanımızı aldı.
Fakirlik sararmış bir ütü masası ile göründü, çaresizlik, hastalıklı koyu renk bir sidikte. Kaderiyle kapatılmış 30 kişinin kokusu burnumuza geldi, tepkisizlikleri midemizde koca bir yumruk oldu. Afrikalı bir kadının sırtında, dünyadan habersiz uyurken minik bebek, "geleceksiz" diye bir kelime girdi dimağımıza. Bir yumurtanın, bir patatesin, bir pirincin süslediği hayaller ancak elektirik süpürgesinin karnını doyurdu. Kulağımızı acıttı bir cümle "Aç insana güvenemezsin, çocuğu aç insana asla! " Beynimizde gidecek yer bulamadı. Sadece bir çocuk doğurmanın anne olmaya yetmediğini farkederken, küçük bir çocuğun kendisine yapılan her türlü kötülüğe rağmen sadece annesi olduğu için bir kadını nasıl koşulsuz sevdiğini gördük.
Bir babanın yasak tanımayan para kazanma çabası, öleceğini bilen bir insanın çaresizlikle pekişen korkusuzluğu ve o çaresizliğin kendini bir yabancıya teslim etmesi, çocukların yetişkinliği, ruh sağlığının inceliği tek tek yüzümüze çarptı. Suç ne, ceza ne, otorite kim, adalet bu dünyanın neresinde soruları havada anlamsızca asıldı.
Ve film aynen hayat gibi başladığı yerde bitti.
Mutlaka görülmesi gereken bir film, yoksulluğu, yoksunluğu, çaresizliği, kabullenmişliği tüm gerçekliği ile gözler önüne sererken duygularımız ile oynamıyor. Tek bir sahnede bile gözlerim dolmazken filmden çıkarken mideme kıramplar girmişti, yüreğim sıkışıyor, sanki biri tüm iç organlarımı sıkıyordu. Kendime gelmem dakikalar aldı. Bu muhteşem yönetmenin yanına bir de Javier Bardem'in olağan üstü oyunculuğu konunca film tek kelime ile "patlamış!" Bu filmi seyretmezseniz eksik kalırsınız.
Benim kesin Oscar adayım, lütfen seyredin, yorumlarınızı da beklerim.
Actor in a Leading Role - Javier Bardem in “Biutiful”
Foreign Language Film - Biutiful” Mexico
"gifted" yeteneği gerçekten var mıydı ? ve filmin başı ve sonu neyi anlatıyordu.. pek çözemedim.. ama güzel bir yorum :)
YanıtlaSilBence vardı, filmin başı ve sonunun aynı olması bence doğum ve ölümü, hayatın başladığı yerde bittiğini simgeliyor. Yönetmen zaman kavramı ile oynamayı seviyor. Filmin sonunda yetenek kızına geçiyor. Ruh bedenden çıkıyor ama kızı ile olan konuşma devam ediyor. Bu da bence yaşam döngüsünü simgeliyor, aynı şeyler baştan devam edecek gibi :)
YanıtlaSil